Soğuk hava, internet kafe ve Şahe Bedo

Kış bu yıl İstanbul sokaklarına geç geldi. Burnumuzu pencerelerden ve kapılardan dışarı çıkaramıyoruz. Serhadlıların gönlü hoş olsun, kışlarının farkındayız. Büyük şehirlerde evsizler için kış daha da zor geçiyor. Kışın başlamasıyla birlikte Beyoğlu sokaklarında evsizler daha çok görülüyor. Binaların köşelerinde, mekanların kenarlarında birini bulmak mümkün. Büyük şehirlerde savaşan bu insanlar temelde iki tiptir. Soğuktan korunmak için dışarıda köşede kalanlar ve gündüzleri birkaç Türk lirası kazanıp geceyi geçirenler.

Yaklaşık yirmi yıl önce İstanbul’la ilk taşındığımda Beyoğlu’nda Sabahçı Kahvesi vardı. Akşam saat on birden ertesi gün saat ona kadar şarkı söylerlerdi. Bu tür yerleri ziyaret etmeyeli uzun zaman olmuştu, buralarda durum nasıl, neler yaşanıyor diye merak ediyordum. Yerlerini, durumlarını biliyor muyum, müşterileri eskisi kadar mı, değil mi? Orada bulunanlar çok yaşlıydı. Ocakçıyı tanımıyordum, konuştuk, aradım, artık evsizlerin uğrak yeri değildi, internet kafeydi. Yeni nesil evsizler internet kafelerini tercih ediyor.

Sabahçı kahvesi aslında internet kafeler kadar pahalı değildi. Zorluk ve zulmün ortasında tercih edilen yerler sınıfları birbirinden ayırdı. Enflasyon ve doların fiyatı bugünkü kadar yüksek değildi.

Birkaç gün önce bir yerde oturuyordum, zayıf ve solgun bir genç bana bir tane satmak istedi, o atkıya ihtiyacım vardı, ben de ondan aldım. Bu zayıf, evsiz genç, Beyoğlu sokaklarında şarkı söylemek için internet kafelere gidiyor. Adresi çok iyi biliyordum. İstanbul’a yeni geldiğimde internet için oraya giderdim. Hatırladığım şey, zamanına göre rahat bir yerdi.

Dar bir koridordan internet kafenin girişine ulaştım. Alanda toplam 56 sayı vardı ve her sayı bir bilgisayardı. Kibrit kutusu gibi yan yana dizilmişlerdi. Beyaz bir lamba odayı aydınlatıyordu ama içerisi hâlâ oldukça loştu. Hoşuma giden bir yer bulmak için gözlerimi içeriye çevirdim. Mekanın ortasında otuz bir numaralı başka bir yere oturdum ve mekan sorumlusundan interneti kullanmak için izin istedim. Önümdeki bilgisayar 2000 yılından kalmaydı. Bilgisayar kasaları düşmüştü ve çalışırken yüksek ses çıkarıyordu. Yaşları 20-30 arasında olan üç gencin arasına oturdum.

İnternet kafe Balo Sokağı’nın başındaydı. Burası eskiden internet kafe iken bugün evsizlerin geçiş yeri haline geldi. Ya da bütün kapılar birer birer yüzlerine kapatılmıştır ve artık gidebilecekleri bir yer kalmamıştır; bu ekşi kokulu yerler onların ikinci durağı oluyor. İnternet kafenin konukları sokak satıcıları, mahalle çiçekçileri, alkolikler, kaçaklar, çaresiz kumarbazlar ve bir anda mallarını kaybedenlerdir.

Karşımızdaki masa yer altı masasıdır. İlginç olan ise internet kafenin ziyaretçilerinin farklı kişilerden oluşmasıdır. Bunların arasında yabancı ülkelerden gelenler, Afrikalılar, Suriyeliler, Pakistanlılar, İranlılar, Afganlar, Türkmenler, Ermeniler ve Güney Kürdistanlılar var. Beyoğlu birçok millete ev sahipliği yapmaktadır ve burası Ortadoğu milletlerinin ve onların boyunduruğunun panoramasının eşsiz bir örneğidir.

Sağ yanımda genç bir adam deri koltukta kulağında kulaklıkla oturuyordu ve müziğin sesi sağır ediciydi. Müziğin sesini duyabiliyordum ve bu ses ve müzik bana hiç yabancı gelmedi: Şahe Bedo’nun “Çavreşa min” şarkısını dinliyordu. Bu yazıya başladığımda Şahe Bedo’nun bir anısı aklıma geldi. Hafızamdan daha sonra bahsedeceğim. Şarkıda da söylendiği gibi herkes hastalığının sebebini ve çaresini biliyor;

Kara gölüm, yanıma gel

Ben hastalandım, sebebi sensin

Kara gözlüm, yanıma gel

Halsizim, sebebi sensin

Karşımda kısa boylu, zayıf, yüzü buruşuk bir genç Facebook’a dolaşıyordu ve endişeli gözlerle dönüp bana bakıyordu. Polis olduğumu düşündüğünü fark ettim. Genç adam hala korkuyla beni izliyordu. Birçok kişi uykuya daldı ve arkadaşlarını uyandırmak istemedi. Suriye’den gelen bu genç on yaşındayken ailesiyle birlikte gelmiş ve burada eşarp satıyor.

Soğuk havalarda kafelerde kalmanın ücreti 200 lira. İnternet kafe misafirlerinin birçoğu birbirini tanıyor. Şahe Bedo’nun sesiyle uyuyan üniversite öğrencisiydi ve akşamları kulüplerin, barların, meyhanelerin kapıları önünde çiçek satıyordu.

Serdar Şengül, ‘Kırık Umutlar Kitabı’ndan, ‘Fakirleri Sevme’ başlıklı yazısında sorular sordu ve yazının sonunda okuyuculara iki soru bıraktı. Kazanılanlar hangi ulusal parçaları bir araya getirdi ve hangisi onları ayırdı?

Suriyeli genci buradan bahsederek bazı şikâyetlerini dile getiriyor: Hava çok sıcak değil, çorap ve ter kokuyor, buradaki yataklar rahat değil ve bacaklarınızı istediğiniz kadar uzatamıyorsunuz. Genç adam daha sonra başka bir yer seçip daha rahat ve sıcak olduğunu söyledi. İki saat sonra başka bir internet kafeye gittim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir